Pages

Search This Blog

October 31, 2010

Sobalı Evde Büyümek

Derler ki; birisinin doğumundan sonraki bir kaç yılı karakterini belirler. Buna tamamen katılıyorum...

Soğuk bir kış günü herkesin birbirini tanıdığı selam sabahın eksik olmadığı ufak bir kasabanın harıl harıl yanan sobadan gelen çıtırtı seslerinin sardığı sıcacık bir evinde dünyaya gelmişim. Dışarıda kar ve soğuk eksik olmadığı için dışarıya çıkmama ve hatta sobanın ısısının yetişmediği diğer odaları gezmeme uzun bir süre müsade etmedikleri için ben tüm oyunlarımı iki çekyatın arasında kalan yere serilmiş kalın bir minderin üstünde öğrenmişim.

Bazen penceremden dış dünyaya bakarken üfül üfül esen soğuk rüzgarın savurduğu karların arasında birilerinin hızlıca yürüyerek evin önünden geçtiğini görüyorum. Oyunlarımdan fırsat buldukça anlamadan, anlamaya çalışmadan izliyorum onları. Onlar gibi kar kış içinde bata çıka ilerlemeyi hevesle bekliyorum. Fakat bu oda gibi içimde alevler çıksa da dışarıya hep yabancı ve soğuk olacağıma aklım ermiyor daha. Meğer ben bir ömür boyu bu odaya hapsolmuş, dış dünyayı sadece izlemeye mecbur kamışım.

Televizyonun evlere daha girmediği böyle bir dönemde odadaki en gizemli şey tabi ki sobaydı. Dokunmama ve hatta yaklaşmama dahi izin verilmese de faydalı bir gereç olduğunu bir şekilde öğrenmiştim. İnsanlarla aramda hep bir mesafe olması fakat onlardan hiç bir zaman uzak kalamamam, onlarla biraz yakınlaşınca elimin yanacağı hissine kapılıp istemsizce kaçmam da acaba bu yüzden mi? Bilmiyorum. Çünkü ben hiç sobaya dokunmadım.

Yarım Kalanlar..

İkinci ancak sonuncu olduğunda birincinin önüne geçebiliyor. Onunla ikinci görüşmemin bu kaderi paylaşacağını o gün daha bilmiyordum.
Aklımdan tek bir anı bile çıkmayan bu yaşadıklarımı anlayabilmek için günlerce kafa yordum. İnsan büyük bir labirentte kaybolmuş gibi çıkış yolu yerine çıkmaz yollarda takılıp kaldıkça hayatına bir şekilde girmiş insanlara duygusuzca somut değerler biçip onları bir piyon olarak görmeye başlıyor. Artık neden sorusunun bir önemi kalmıyor. Çıkış yolunu bulmak için aslında tek gerekli olan bunun nasıl olduğunu çözebilmek. Peki nasıl oldu? Ya bu karmaşanın hepsi sebep-sonuç ilişkisi ile açıklanamayacak kadar rasgele gelişmiş bir olaylar yumağı ya da en ince ayrıntısına kadar kurgulanmış bir oyun. İkinci ihtimali düşündükçe içimde büyüyen bir çığlık boğazımda düğümleniyor...

October 26, 2010

E) Hiçbiri

Bir sorun varsa biliriz ki bunun çözümü için önümüzde beş seçenek vardır ve sadece birisi doğrudur. Doğru çözümü bilmiyorsak diğer seçenekleri değişik mülahazalar neticesinde bir bir eleyerek doğru şıkkı bulmaya çalışırız. İşte bu yöntemin yanlış olduğunu ancak E şıkkına geldiğimizde anlarız. E şıkkı doğru seçenekten emin değilsek aslında bir hiç olduğumuzu usulca bize söyler. Eğer o an kararsızsan E seçeneği senin peşini bırakmayacaktır.

Çünkü E sadece bir yanılgıdır.

E şıkkı hayatta önüne çıkan hiç bir şeye tutunamayanların son durağı, hayat dersine çalışmamış öğrencilerin kafasını daha da karıştırmak için eklenmiş bir aldatmaca, ardındaki gizemi keşfetmeye korktuğumuz bir yanılgı ve belki de ne olduğunu ancak o seçeneği karalayıp sınav kağıtları okunduğunda anlayabileceğimiz bir hiçtir.

Ben karaladım, bekliyorum..

October 12, 2010

Tutunamayan Yalnızlık

Çok eskiden zamanın bile daha adının konmadığı bir devirde Macondo adlı küçük bir kasaba varmış. Kendi içine kapanmış bu yalnız kasabada büyüyen Olric içindeki sesi dinleyip kasabaya gelen Makedon çingenelerin kervanına katılmaya karar vermiş ve İstanbul'a kadar uzanan uzun ve yorucu bir yolculuğa çıkmış.

Her ne kadar yüzyıllardır peşini bırakmayan yalnızlığı kasaba ile arkasında bırakacağını düşünse de içini kemiren bu his gittikçe büyümüş. Ufak bir Yunan Adasında tanıştığı gizemli bir Büyücü bunun tek çaresinin bu hastalığı başka insanlara bulaştırmak olduğunu söylemiş ve eklemiş; 'İçindeki bu duygu tek bir bedende barınamayacak kadar büyük. Yalnızlığını paylaşmalısın.' Büyücü'nün adadaki bitkilerden hazırladığı ilacı içen Olric o günden sonra insanların zihinlerine girip onlarla konuşabilmeyi öğrenmiş.

Yolculuk boyunca gördüğü acı olayları, insanlığın kaderini ve Büyücü'nün öğretilerini insanlara usulca fısıldamış. Fakat herkesin onun kaderini yaşamasını isteyen Olric onlara yalan söyleyip 'yalnızlığın paylaşılamayacağını' öğütlemiş. Bu sese kimisi hiçkulak vermemiş, kimisi ise bu sesin ışığında Özben'liğini arar olmuş.

--- Yalnız SON ---

October 4, 2010

Kaybolduk

Kaybolduk.

Uzun süre önce geldik buraya. Kaç yıl (yıl oldu mu?) kaç ay geçti bilmiyoruz. Fakat bunu hatırlamamak bizim suçumuz değil. Tek zaman ölçü birimi yarın olan bir yerde şimdinin bir önemi kalmıyor ve hayat ne zaman geleceği belli olmayan bir yarında düğümleniyor.

Buraya ilk geldiğimizde her zaman yaptığımız gibi günleri bir bir sayıp ilk haftamızı ve ilk ayımızı dört duvar arasında kutladık. Umutluyduk. Fakat sonra her şey değişti. Bu değişim o kadar yavaş oldu ki biz farkında olmadan geçmişini unutan başkalarına evrilmeye başladık. Artık kutlama yapmak için yarını bekliyoruz.

Bizi yüksek tavanlı duvarları açık kahverengiye boyanmış bir eve yerleştirdiler. Aydınlık bir evimiz olsun tüm perdeleri açmamız yetmedi. Dışarının tek hakimi olan güneş bizim eve girmemekte direniyordu. Biz de evdeki tüm ışıkları açarak suni bir aydınlığa gömüldük.

Fakat bu uzun sürmedi. Işıklar gizemli bir şekilde sırayla sönmeye başladı. Dar koridorda yürürken üstümüze cam parçaları düşmeye başladığında gerçeği anlamaya başladık; tavandaki ışıklar yerine yenisini koyamayacağımız kadar yüksekteydi.

Yavaş yavaş karanlığa sürüklenirken dışarıda sesimizi duyabilecek birileri belki hala vardır diye yardım istedik. Pencereyi açıp avazımız çıktığı kadar bağırdık günlerce. Bir zaman sonra çok uzaklardan bir ses geldi. Yardım eli uzatmak isteyen birileri adresimizi soruyordu. Doğru ya... Adresimiz neydi bizim? O gün anladık ki biz kayıbız. Çünkü ancak kaybolanların adresi yoktur.

Burada bir adresimiz bile olmadığını o sese anlatamazdık. O sese sessiz kaldık.

Pencereleri kapatıp içimize kapandık. O günden sonra evimizin loş bir köşesinde usul usul bir şeyler yazmaya karar verdik; göndereni olmayan bir mektup veya kayıp bir hikaye belki de.