Pages

Search This Blog

August 29, 2010

Batı - Doğu

Tamı tamına beş gün kalmışken bir Türk olmanın makus kaderini yaşıyoruz; hedef Batı diye günlerdir plan yapıp kriterlerine uymaya çalışırken Doğu usul usul çağırmaya başladı bizi. Batı modern topraklarda güneşbatımını vadederken Doğu anaç doğasıyla tüm birikimini bize açmış 'Ne olursanız olun, gelin!' diyor.

August 28, 2010

O Zamanlar..

O zamanlar bilgisayar yoktu.*

Biz Almanya'dan dayımın getirdiği zamanına göre gayet oval hatlara sahip -siyah ön kısmı hariç- beyaz rengin hakim olduğu çift kaset çalarlı teybin başında radyo kanalları arasında zapping yaparak babamın bekarlık döneminden kalma arabesk kasetlerinin üstüne sevdiğimiz şarkıları kayıt ederek sosyalliğin dibine vururduk. Sabır ve disiplin gerektiren bu iş radyo sunucularının şarkının ortasında yorum yapma ve kanalın 'jingle'ını çalma gereksinimleri nedeniyle daha da zorlaşırdı. Bunun yanında kasetin A yüzünün son şarkısının listedeki şarkılardan geriye kalan zamana sıkışması zorunluluğu da eklenince geniş bir müzik bilgisinin zaruriyetini idrak etmiş, şarkıların uzunluklarını Casio kol saatimizin kronometresi ile kaydetmeye başlamıştık. O güne kadar kronometrenin salisesini 99'da durdurabilecek kadar zamana hakim olan biz istediğimiz şarkı gelene kadar radyonun başında zamanı unuturduk.

'Benimle oynama' parçasını dilimize düşüren Burak Kut, büyük Kemalist Çelik, arabası olan Mustafa Sandal ve o zamanlar Burak Kut'un gölgesinde kalan Tarkan karışık kasetlerimizde yer bulmuş şarkıcılardan aklımızda kalanlar.

O zamanlar Feysbuk yoktu.

Böyle geniş bir müzik yelpazemizin olduğunu göstermek için arkadaşlara link yollamak yerine, yoldan geçenlere teybin sesini sonuna kadar açıp repertuvarımızı dinletirdik.

O zamanlar internetten şarkı indirmek yoktu.

Üniversiteye başlayıp çeşitli burslar sayesinde cebimize biraz para girmeye başlayınca Dost Kitapevi'nin yolunu tutup müzik kasetlerine bir bir dokunarak hangi kaseti alacağımıza karar vermeye çalışırdık. Bu dönemde alınan kasetlerin kimisini dinlerken burun kıvırdık kimisini de pil bitip de walkman'den acayip sesler gelene kadar dinlerdik. Fakat inadına dinlerdik. Kutsal bilgi kaynağı'ndan aklımızda kalan bir kaç bilgi kırıntısı ile alınan Katatonia'nın ön ve arka yüzünde toplam sadece altı şarkı olan Brave Murder Day albümünü dinlerkenki hayal kırıklığı ve Nekropsi'nin Mi Kubbesi'nin enstrümental olduğunu kasetin ancak sonuna geldiğinde anlamamıza rağmen uzun süre walkmanize arkadaşlık etmesi bu döneme tekabül eder.

O zamanlar imdb yoktu.

Kızılay'da Eylül Pasajında güvendiğimiz bir vcd satıcısının 'bu filmi beğendiyseniz bunları muhakkak izlemelisiniz!' telkiniyle kiraladığımız VCD'leri Maltepe Pazarından ucuz yollu aldığımız vcd çalara takıp heyecanla izlerdik.

Günler geçti devir değişti, ortadan bir anda kaybolan Almanyalı teybin yerine aldığımız YUMATU bozulunca çöpe attık. Walkman'den daha fiyakalı ve daha küçük mp3 çalarımıza internetten indirdiğimiz ve hangi albüme dahi ait olduğunu bilmediğimiz binlerce şarkıyı yarısına bile gelmeden 'next song' deme lüksüne sahip olduk. VCD çaları eski evde emekliye ayırdık. Tam teçhizatlı bilgisayarımızda izlemeye dahi erindiğimiz yüzlerce film bir 'delete' tuşu ile silinmeyi bekliyor. imdb top100 ve daha niceleri varken hangi filmi izlesem diye vcd'ci abiyi görmemize hiç gerek yok. (Zaten kendisi artık vcd satmıyor/kiralamıyor.)

O zamanlar bunların hiçbiri yoktu.

Madem öyle..

Madem o zamanlar hiç bir şey! yoktu..

Biz neden hala geçmişten gülümseyerek bahsedebiliyoruz?

---
* O zamanlar Olric yoktu... Oğuz Atay - Tutunamayanlar..

August 26, 2010

Tavan Arası



Eski defterleri karıştırırken buldum bu şiiri. Neden yazdığımı hatırlamıyorum. Hani hemen herkesin bir şairlik dönemi vardır sevdiği bir şairi örnek alıp onun gibi mısralar yazdığı; ben de bir dönem aynen bu tarzda uyaklı mısralardan oluşan ve şu an bir çoğunun nerede dahi olduğunu bilmediğim dörtlükler yazmıştım. Elimde kalan bu son şiiri arşivlik olarak kaydediyorum. Ne de olsa tavan arası hatıraları, günlükler ve elle tutulası daha bir çok yazılar yerlerini bloglara, twitlere ve bu gibi sanal notlara bırakıyor. Çorbada benim de tuzum bulunsun!

Not: Şiiri tekrar okurken hatırladım. Bu şiirde esinlediğim şair Necip Fazıl daha sonra yerini Özdemir Asaf ve Sunay Akın'a bırakınca buraya yazamadığım ikinci dönem şiirlerim serbest nazımda yazılmış idi.

August 16, 2010

Bir Gezi Öncesi Güncesi

Üç hafta kalmış. Halbuki üç aydır kim bilir belki de üç senedir hayalini kurduğumuz bir tatil. Neresi olduğu da bir vakit sonra önemsizleşiyor aslında. Geçen sene San Diego, üç ay önce Tayland derken şartlar bir şekilde bizim rotamızı Balkanlara çevirdi. Saraybosna'dan Zagreb'e dokuz günlük yolculuk, biraz cevapi böreği biraz deniz ürünleri tatma merakı, adalar arası vapur turları, tarihi Mostar Köprüsü ve küçük sahil kasabaları. 7.2 kun = 1 euro. Trovig, Split, Makarska ve tabiki Dubrovnik. Taj Mahal restoranı adına kanmayın; hakiki Boşnak restoranı. Spagetti yemek için Mea Culpa. Elimizde su şişesi –su çok pahalı!- ve kameralarla taş kaldırımlarda yürümek. Ve yine yürümek. Bir kahve arası vermek -sudan ucuz-

En lezizi de gün batımı olsa gerek. Gerçi 'en'lere karar vermek için erken. Onu dönüşte yapalım. Ben internetten Hırvat yazarları araştırırken O hala hangi fotoğraf makinelerini ve lensleri getirmesi gerektiğine karar veremedi. Liste her gün değişiyor. Son durumu sabırla bekliyorum. Bunu boşverelim; konumuz Hırvat yazarları. Okumayı geçin bildiğim tek bir Hırvat yazar yok. Amazon'da ilk karşıma çıkan ve çok da hoşuma giden bir kadın yazar; Slavenka Drakulic. Café Europa adlı kitabını gözüme kestirip doğruca İdefix'e koşuyorum. Malesef bu yazar henüz bizim memlekete kadar ulaşamamış. Artık tek ümidim Dubrovnik'teki kitapçılar. Yolculuğun Bosna kısmı için kitap araştırmaları devam ediyor.