Pages

Search This Blog

March 23, 2010

Uzak Noktalara Doğru - Cemil Kavukçu

Kafama koymuşum. Bu sefer yollara düşeceğim. Sırt çantamı alıp atacağım kendimi yollara. Bir ikindi vakti tozlu bir yolda yürürken bir gölgelik bulup terimi silmek için duracağım. Sormayın neredeyim, nereye gidiyorum. Bilmiyorum. Düşünmüyorum bile bir gün daha nasıl dayanabileceğimi. Düşünmek yoruyor beni. Ve biliyorum, yola çıkmam lazım düşünmemek için. Yorulmam lazım, ne uğruna olduğunu bilmeden. Yorulmam lazım, sadece yorulmak için.
Düşünüyorum, bir çanta şart önce. İçine neler koymam gerektiğini kestiremesem de önemli değil. Bu çanta benim için değil zaten. Siz hiç çantası olmayan yolcu gördünüz mü? Peki siz hiç çantam yok diyen yolcuya itibar ettiniz mi? Çantamı görenler hemen anlar. Ben yolcuyum ve buralarda çok kalacak değilim. Belki o zaman yolda rasgeldiğim köylülerden birisi bir bardak ayran ikram ettikten sonra kendinden bahsetmeye başlar. Ben de dinlerim onu sessizce.
Zaten bu iyiliği bana sadece hiç tanımadığım birisi yapar. Ancak bir yabancı sonrasını düşünmeden anlatır hikayesini bana. Katıksız ve saf. Karşılıksız. Çantama bir hikaye daha atıp tekrar yollara düşerim sonra. Nereye gittiğimi hiç bilmiyorum, fakat bir şekilde şehirlere, insan kalabalıklarına rasgelmiyorum. Sonra bir gün Mehmet Amca’yla yollarımız kesişiyor. Bana soruyor;
- Peki senin hikayen nedir evlat?
Çantamdan çıkardığım rasgele bir hikayeyi anlatırken Mehmet Amca’nın güneşten kısılmış gözleri etrafındaki çizgilere dikkatlice bakıyorum. Kıvrımlı bir yol gibi uzanan bu sonsuz çizgilerde okuyuyorum bir yaşam hikayesini.
Mehmet Amca ile helalleştikten bir su kenarı arıyorum sabırsızca. İlerideki köprünün altından geçen dereye inip sudaki aksimi seyrediyorum. Gözlerim donuk. Yüzümde hala geçmişin izleri. ‘Keşke’ ve ‘Niye’lerle dolu. Hiç biri bana ait olmayan bir sürü hikaye dolu. Yola koyuluyorum tekrar. Anlatamadığımı anlatan, ve sadece yüzümdeki çizgilerde saklı olan hikayemi keşfetmek için yürümeye devam ediyorum.
...

March 13, 2010

Veba - Albert Camus

Bir topluluğun başına gelen bir felaket kontrollü bir deney ortamına dışarıdan yapılan bir etkiye benzer. Böyle bir benzetme yapma cesaretini bulmuşken -doğal olarak- bu bahiste denge reaksiyonlarındaki Le Chetalier İlkesini de ele almak gerekir. Le Chatelier der ki, kimyasal dengedeki bir sisteme dışarıdan bir etkide bulunulduğunda, sistem bu etkiyi azaltıcı yönde yeni bir denge hali oluşturur. Yani deprem, salgın hastalık gibi felaketle karşı karşıya kalan bir toplum belirli bir süre sonra yeni bir düzen ve dengeye kavuşacaktır. Fakat burada vurgulanması gereken nokta, yeni düzenin atlatılan felaketin izlerini taşıması nedeniyle eski düzenden farklı olacak olmasıdır.

Yukarıda bahsedilenlerin aslında kitap ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Ne de olsa kitap veba sonrası ile değil, veba sırasında gelişen olayları anlatmaktadır. Yazar Oran adını verdiği şehirde kurduğu deney ortamında hem insanların ayrı ayrı bireysel anlamda hem de birlikte toplumsal olarak nasıl davrandıklarını -bir anlamda- test etmiştir. Bu yüzden -beklendiği gibi- toplumsal gereklilikler ile bireysel isteklerin yer yer çatışmasından kaynaklanan çelişkiler akıcı bir üslup ile detaylı bir şekilde anlatılmış. Sahi, gerçekten de toplumsal huzurun elde edilmesi için her bireyin mutluluğu şart mıdır? Özellikle Rambert adlı karakterin şehirden kaçma çabalarını okurken bu soruya kafa yormamak elde değil.